27 Eylül 2010 Pazartesi

gösterimden kalkanlar...

ısrarla yeniden sessiz sinema oynamak istiyorum.. ama eski kadroyla... o sıcacık aile ortamında... hiç büyümedi bu kız hep orada kaldı, kahkahaların hesapsızca yükseldiği o ortamda... hiç uslanmadı hep hiç olmayacak şeyleri istedi bu kız... dedim ya perdesi çoktannn kapanmış bir oyunu, terk edilmiş bir sahnede, terk eden oyuncularıyla oynamak istedi hep...Anlamak istemedi bir türlü, filmler, oyuncular ve roller değişmişti, değişimin göbeğinde yaşarken kabullenemedi...kabullenemedi çünkü her değişim canını yakmıştı bugüne kadar, korktu bu defa bildiği gördüğü içinde yaşadığı değişimi kabullenmenin çok daha acı vereceğini biliyordu çünkü...yüreğinde ne varsa koparıp götürmüştü her gösterim, afişler boy boy asılırken diğerleri o perdeyi gözleri dolarak, hüzünlenerek izleyip perde kapanışının ardından bir çok kareyi unutarak ayrıldılar oradan... oysa bu hiç büyümeyen kız her sahneyi kare kare kazıdı beynine ve yüreğine... işledi hücrelerine her perde açılış kapanışı... her açılış ufacıkta olsa yeni ümitler getirirken her kapanış yine tüm ümitlerini silip süpürerek ne varsa elinde, yüreğinde bedeninde aldı götürdü... 

19 Eylül 2010 Pazar

canıma...

Çok zaman oldu sen çekip gideli, neler oldu anlatmaya yürek yetmez... sen varken başkaydı herşey oysa o kadar iyi biliyordum ki birgün gideceğini... Birgün gideceğini ve sen gidince herşeyin değişeceğini...Hızla başladı değişim... Önce teker teker dağıldı herşey tıpkı yüreğimin lime lime parçaları gibi... Toplamanın mümkünü yok... Toparlayamadım da... Önce sendeledim sonra toparlanırım sandığım an düştüm...hem de tepetaklak!sen harici herkesi yok saydım hayatımda... senle uyuyup senle uyandım uzun bir süre... artık kıyafetlerindeki kokunu muhafaza edemediğim zaman gerçekten aramızdan ayrılmış olduğunu yavaş yavaş kabullenmeye başladım... herşey hızla parça parça dağılırken ben onları yavaş yavaş dağıtabildim... sanki seni yaşatabilecekmişim umuduydu onları dolabında tutmam... sen gittin, herkes gitti... aslında herkes kaldı belki kaçarken kendimden, sensizlikten kendimi kaybettiğimden kimsesiz kaldım... 

14 Eylül 2010 Salı

çözümü yok bulunamaz,sebebi var anlatılmaz...

fena çok fena... kocaman bir taş oturdu yüreğime... sebebi anlatılmaz... her an birileri kalbimi söküp çıkarıyor sanki!geçer mi evet bu da geçer ama bu defa başka dedim ya anlatılmaz! aşk değil bu, öfke değil, kaygı değil belki korku, belki büyük bir kırgınlık, belki herşeyden vazgeçiş sebebi birşey... kötü bir değişim bu ne kadar ne katar bana bilmem ya da ne götürür... tam yeniden yeşermeye başlamış fidanlar bir daha hiç gün yüzü görmemecesine soldu... bambaşka bir acı var içimde... bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak yazık ki olmayacak... bunu becerebileceğimi bunun üstesinden gelebileceğimi sanmıyorum... umarım bu kurumuş fidan beraberinde köklerimi çürütmez... böyle devam ederse önüne geçemeyeceğim gibi geliyor... tek bildiğim tek emin olduğum bundan sonra herkesten kaçacağım haklı ya da haksız olarak bir şekilde kaçacağım ve kimseye bu kaçışın bedelini ödeyemeyeceğim... çok üzgünüm ben benden gitmişken hepinizi terketmişim geri dönüşü yok...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Tepeden baktım şaşırdım, dibinden baktım afalladım!

Aslında tepeden bakınca o kadar düzenli görünüyor ki herşey... şaşırtıcı derecedeki bu düzen görünümü düşündürüyor insanı... her insan bir dünya deriz ya... neler gizlidir yüreğinde... dışarıdan bakıldığında belki herşey çok yolunda görünüyordur... kendinizinden pay biçin herşeyi yansıtır mısınız dışarı? Nereden geldim biliyor musunuz bu  noktaya uçak havalandıktan bir kaç dakika sonra şehre şöyle bir baktığımda gördüğüm manzara beni şaşırttı... ilk kez görmüyorum ama ilk kez farkediyorum... tepeden bakınca nasıl düzenli, nasıl da herşey yerli yerinde bir nizam içerisinde... oysa o kadar iyi biliyorum ki o şehri... her yer dağınık! bu düzenli görüntüyü yaratan şehrin ışıkları diye düşünüyorum, tıpkı bir çoğumuzun çevremize yansıttıkları gibi, yapaylığın doğal sonucu... her şey karmakarışıkken içimizde, suratımıza yerleşen düzenli gülücükler gibi...  

3 Eylül 2010 Cuma

Tık Tık Tık Aşk var mı acaba? Bizde yeni bitti de...

Nasıl bir boşluk yüreğimde...Birden düşeceğim sanıyorum o boşluğa... döne döne savrula savrula bir yaprak gibi... tarifi çok zor, şöyle ki her şeyin her şeyin tam olsa dahi - ki aslında her şey eksik- içinde kasıp kavuran fırtınalar kopuyor... Sevme sevilme ihtiyacı ile... herkes var etrafında güzel insanlar var hem de seni seven senin sevdiğin ama bu başka türlü bir sevilme sahiplenilme ihtiyacı... Bazen o kadar acıyorum ki kendime bu kadar aç olduğum için sevgiye, çok da kızıyorum... Nasıl bir çiçeğe bağlarsın baharın gelişini ya da gidişini... Bir adam girecek hayatına "işte bu!" diyeceksin - Mutlu olacaksın, bir adam çıkacak hayatından (çoğunlukla çıkarken haber vermeden) - Dünyadaki en mutsuz insan olacaksın - yada öyle hissedeceksin! Oysa zaten kaç yıl yaşadıysan hayatı o güne yani karşılaştığınız güne kadar yoktu bu adam senin hayatında... Ne oluyor ya hiç tanımadığın hayatının büyük bir bölümünü paylaşmadığın bu adam nasıl oluyorda önce kırlarda koşmana ardından da gövdesi kocaman kurumuş kütükleşmiş ağaca toslamana sebep oluyor... hayatına bu kadar etki edebiliyor... Aşk var mı yok mu şimdi? Anlamadım ben ya...

2 Eylül 2010 Perşembe

ince ince gelenler...

İnceden bir sızı... saplanıp kalan usul usul kanayan yaradan sızan bir sızı... o kadar kızıyorum ki kendime geçmişle mi yaşayacaksın diyorum durup durup söyleniyorum... ne verdi geçmiş yaşarken ne verdi ki gelecek için ne verecek? hiç... sadece yüreğini yumru edip büzebilecek kadar derinden bir sızı...böyle debelenirken olduğun yerde kalakalıyorsun...hareket kabiliyetin sıfıra iniyor aslında çok şey yaptığını zannediyorsun ama bir bakıyorsun olduğun yerde saymışsın...sızlanmayı bırakıp harekete geçmek gerek ne geçmiş ne gelecek düşüncesi bir şey getirmeyecek... sadece vakit kaybı... keşke kalabilsem şimdi de bakmasam önüme bir şey görmeyeceğimi bile bile, dönüp bakmasam arkama değiştiremeyeceğimi bile bile...