8 Aralık 2010 Çarşamba

alışmış olmam gerek değil mi normal koşullarda? hep aynı senaryo çünkü. yok bir türlü kendimi ikna edemiyorum.hep "neden" sorusu düşüncelerimde. tamam net birşey olmayabilir şu anda ama olacakları tahmin edebiliyorsan ve zaten aynı senaryoyu daha önce yaşamışsan... ikna olamıyorsun birşeylerin iyi olabileceğine... aptal kafam... akılsız insan... daha ne sayayım? yine inandın, yine güvendin, yine hayatın gözünün yaşına bakmayan acımasız oyununa kapıldın... yine tek suçlu sensin biliyordun en başından biliyordun kafanda uçuşan kelebeklerin ömrünün ne kadar kısa olacağını... bunu çocuklar bile bilir 3 gün... hani mantığın, hani yaşanmışlıklardan çıkardıkların hepsi boş işte... hiç ders almamşsın almayacaksında, hep kendini kandırmaya devam edeceksin... dolayısıyla 3 gün kelebekleri, geri kalan günler kelebeklerin yasını tutacaksın... yargısız infaz yapıyorum ben adam olmam!yok yok olmam... aksini iddia eden var mı? olamaz zaten çünkü yargısız infaz dedim ya!

24 Kasım 2010 Çarşamba

Hayır Hayır Sonbahar Değil İlkbahar...

Bir bakıyorum dışarıda iri iri yağmur damlaları... İçimden geçirdiklerim "sanki mutluluk göz yaşları" Ne garip insanoğlu ya... Şu an ki koşulların tam aksi olsa oturur gökyüzüyle birlikte ağlar derdime yanardım... Yok hiç içim sıkılmıyor... Gayet de romantik yani şu sonbahar yağmurları :):) her mevsimi seviyorum şu an için ama :) Yarın çok başka olabilirim... Ya da diğer gün... Böyle dönemlerimi hem seviyor hem de çok korkuyorum... Ya yine tek çiçekle baharı getirdin gönlüne hatta evrene :) Ama ya çiçek solarsa yine... O zaman yine rutin olduğu gibi tek çiçekle baharın geldiği gibi, solan tek çiçek de tüm evrene kışı getirir... Nasıl yaratıldıysak her şeyimiz duygular üzerine kurulu... Her iyi ve her kötü direk tüm duygularımıza nüks edip ya perişan ya da mesut ediyor :) Bu baharın hiç bitmemesini yürekten diliyorum... Gönlümde, ruhumda, bedenimde, evrende artık hep o tek çiçeğin hiç solmaksızın ikamet etmesini istiyorum... yaramaz şen çocuklar gibi istiyorum istiyorum bananeee :):):)

13 Ekim 2010 Çarşamba

bazen duvara tosladığımı düşünüyorum... Ama iyi geliyor bu toslamalar... Böyle bir şeyleri farketmemi sağlıyor her biri yeni bir şey öğretiyor bana ve beni başka bir yere taşıyor... biri dedi ki bana sensiz bir hayatım da olmalı... haklı... ama ben bilerek isteyerek kimsenin hayatının kısırlaşmasına sebep olmadım ki... yada ben çok başka hayatlar yaşarken onu bu hayatın haricinde tutmadım ki hep dahil ettim... Dahil ettim ki bu da demektir ki başka insanlar başka yaşamlar... ama yok benle bağlantıları var sonuçta onların ama iyi de ben olmasam da olacaklar onlar senin hayatında seni ben gibi sevdiler çünkü... ne diyeyim ki... Demedim zaten... sustum sadece sustum... dedim ya çok şey öğrendim diye... artık susmayı becerebiliyorum... bu benim için yeni kazanılmış büyük bir meziyet... cırcır öten bir insan için yani...ya da ötemediği zamanlarda dövünüp ağlayan bir insan için... yeni bir süreç daha başladı... olsun bunlar yoğurdu beni bugünüme getirdi... seviyorum bu süreçleri manyak mıyım neyim? insan üzüldüğü süreçleri sever mi? Eskiden kahrolurdum... Artık seviyorum... Sevmeyip ne yapacağım ki... Zaten yaşayacaksın ister kabul et ister etme, kabullenince çok daha kolay herşey... kimseyi kendin gibi yapamazsın, kimseden sen gibi olmasını beklememelisin istersen bekle... daha çok beklersin...kimse sen gibi olmayacak olmamalı da zaten...

11 Ekim 2010 Pazartesi

kısa kısa dialoglar...

- Tamam tamam geçti başka bakmayı öğreneceğim... Gülümseyeceğim...
- Ok. Gülümsedim uzun süre kendi kendimi rahatlatma stratejileri geliştirdim kendimce, oldu bak bu kadar basit sürekli gülümseyebilmek...
- Eee... Tak yine ufacık bişi oldu gitti gülümseme, geldi endişe... ne olcak böyle???
- Dur ya bir sakin ol lütfen bunlar olağan şeyler ve hep olacak ta...
- Oldu canım çalış çalış sonra da ay sonunu nasıl getircem diye düşünürken performansı düşür...
- Aaaa... Ne oluyor ya materyalist misin kızım sen?
- Saçmalama ya ne alakası var materyalistlikle yaşamı idame ettirme zorunluluğunun?? Var mı alakası Allah aşkına ya...
- Yani tamam belki olmayabilir ama para ya da parasızlık üzüyor mu hala seni bu kadar yaşanana rağmen?
- Ya ne bileyim işte zaman zaman yoruluyorum sanırım... Yetişememek yoruyor beni bedenen, madden, ruhen birşeylere yetişememek...
- Yorulma bir tek sen değilsin yetemeyen... Sen sadece kendini üzmeye bahane arıyorsun... Sal gitsin... neye, kime, nereye ne kadar yetebilirsen... Yetemezsen bırak başkaları yetişsin... müsade et başkaları da yetebilmeyi öğrensin...

27 Eylül 2010 Pazartesi

gösterimden kalkanlar...

ısrarla yeniden sessiz sinema oynamak istiyorum.. ama eski kadroyla... o sıcacık aile ortamında... hiç büyümedi bu kız hep orada kaldı, kahkahaların hesapsızca yükseldiği o ortamda... hiç uslanmadı hep hiç olmayacak şeyleri istedi bu kız... dedim ya perdesi çoktannn kapanmış bir oyunu, terk edilmiş bir sahnede, terk eden oyuncularıyla oynamak istedi hep...Anlamak istemedi bir türlü, filmler, oyuncular ve roller değişmişti, değişimin göbeğinde yaşarken kabullenemedi...kabullenemedi çünkü her değişim canını yakmıştı bugüne kadar, korktu bu defa bildiği gördüğü içinde yaşadığı değişimi kabullenmenin çok daha acı vereceğini biliyordu çünkü...yüreğinde ne varsa koparıp götürmüştü her gösterim, afişler boy boy asılırken diğerleri o perdeyi gözleri dolarak, hüzünlenerek izleyip perde kapanışının ardından bir çok kareyi unutarak ayrıldılar oradan... oysa bu hiç büyümeyen kız her sahneyi kare kare kazıdı beynine ve yüreğine... işledi hücrelerine her perde açılış kapanışı... her açılış ufacıkta olsa yeni ümitler getirirken her kapanış yine tüm ümitlerini silip süpürerek ne varsa elinde, yüreğinde bedeninde aldı götürdü... 

19 Eylül 2010 Pazar

canıma...

Çok zaman oldu sen çekip gideli, neler oldu anlatmaya yürek yetmez... sen varken başkaydı herşey oysa o kadar iyi biliyordum ki birgün gideceğini... Birgün gideceğini ve sen gidince herşeyin değişeceğini...Hızla başladı değişim... Önce teker teker dağıldı herşey tıpkı yüreğimin lime lime parçaları gibi... Toplamanın mümkünü yok... Toparlayamadım da... Önce sendeledim sonra toparlanırım sandığım an düştüm...hem de tepetaklak!sen harici herkesi yok saydım hayatımda... senle uyuyup senle uyandım uzun bir süre... artık kıyafetlerindeki kokunu muhafaza edemediğim zaman gerçekten aramızdan ayrılmış olduğunu yavaş yavaş kabullenmeye başladım... herşey hızla parça parça dağılırken ben onları yavaş yavaş dağıtabildim... sanki seni yaşatabilecekmişim umuduydu onları dolabında tutmam... sen gittin, herkes gitti... aslında herkes kaldı belki kaçarken kendimden, sensizlikten kendimi kaybettiğimden kimsesiz kaldım... 

14 Eylül 2010 Salı

çözümü yok bulunamaz,sebebi var anlatılmaz...

fena çok fena... kocaman bir taş oturdu yüreğime... sebebi anlatılmaz... her an birileri kalbimi söküp çıkarıyor sanki!geçer mi evet bu da geçer ama bu defa başka dedim ya anlatılmaz! aşk değil bu, öfke değil, kaygı değil belki korku, belki büyük bir kırgınlık, belki herşeyden vazgeçiş sebebi birşey... kötü bir değişim bu ne kadar ne katar bana bilmem ya da ne götürür... tam yeniden yeşermeye başlamış fidanlar bir daha hiç gün yüzü görmemecesine soldu... bambaşka bir acı var içimde... bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak yazık ki olmayacak... bunu becerebileceğimi bunun üstesinden gelebileceğimi sanmıyorum... umarım bu kurumuş fidan beraberinde köklerimi çürütmez... böyle devam ederse önüne geçemeyeceğim gibi geliyor... tek bildiğim tek emin olduğum bundan sonra herkesten kaçacağım haklı ya da haksız olarak bir şekilde kaçacağım ve kimseye bu kaçışın bedelini ödeyemeyeceğim... çok üzgünüm ben benden gitmişken hepinizi terketmişim geri dönüşü yok...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Tepeden baktım şaşırdım, dibinden baktım afalladım!

Aslında tepeden bakınca o kadar düzenli görünüyor ki herşey... şaşırtıcı derecedeki bu düzen görünümü düşündürüyor insanı... her insan bir dünya deriz ya... neler gizlidir yüreğinde... dışarıdan bakıldığında belki herşey çok yolunda görünüyordur... kendinizinden pay biçin herşeyi yansıtır mısınız dışarı? Nereden geldim biliyor musunuz bu  noktaya uçak havalandıktan bir kaç dakika sonra şehre şöyle bir baktığımda gördüğüm manzara beni şaşırttı... ilk kez görmüyorum ama ilk kez farkediyorum... tepeden bakınca nasıl düzenli, nasıl da herşey yerli yerinde bir nizam içerisinde... oysa o kadar iyi biliyorum ki o şehri... her yer dağınık! bu düzenli görüntüyü yaratan şehrin ışıkları diye düşünüyorum, tıpkı bir çoğumuzun çevremize yansıttıkları gibi, yapaylığın doğal sonucu... her şey karmakarışıkken içimizde, suratımıza yerleşen düzenli gülücükler gibi...  

3 Eylül 2010 Cuma

Tık Tık Tık Aşk var mı acaba? Bizde yeni bitti de...

Nasıl bir boşluk yüreğimde...Birden düşeceğim sanıyorum o boşluğa... döne döne savrula savrula bir yaprak gibi... tarifi çok zor, şöyle ki her şeyin her şeyin tam olsa dahi - ki aslında her şey eksik- içinde kasıp kavuran fırtınalar kopuyor... Sevme sevilme ihtiyacı ile... herkes var etrafında güzel insanlar var hem de seni seven senin sevdiğin ama bu başka türlü bir sevilme sahiplenilme ihtiyacı... Bazen o kadar acıyorum ki kendime bu kadar aç olduğum için sevgiye, çok da kızıyorum... Nasıl bir çiçeğe bağlarsın baharın gelişini ya da gidişini... Bir adam girecek hayatına "işte bu!" diyeceksin - Mutlu olacaksın, bir adam çıkacak hayatından (çoğunlukla çıkarken haber vermeden) - Dünyadaki en mutsuz insan olacaksın - yada öyle hissedeceksin! Oysa zaten kaç yıl yaşadıysan hayatı o güne yani karşılaştığınız güne kadar yoktu bu adam senin hayatında... Ne oluyor ya hiç tanımadığın hayatının büyük bir bölümünü paylaşmadığın bu adam nasıl oluyorda önce kırlarda koşmana ardından da gövdesi kocaman kurumuş kütükleşmiş ağaca toslamana sebep oluyor... hayatına bu kadar etki edebiliyor... Aşk var mı yok mu şimdi? Anlamadım ben ya...

2 Eylül 2010 Perşembe

ince ince gelenler...

İnceden bir sızı... saplanıp kalan usul usul kanayan yaradan sızan bir sızı... o kadar kızıyorum ki kendime geçmişle mi yaşayacaksın diyorum durup durup söyleniyorum... ne verdi geçmiş yaşarken ne verdi ki gelecek için ne verecek? hiç... sadece yüreğini yumru edip büzebilecek kadar derinden bir sızı...böyle debelenirken olduğun yerde kalakalıyorsun...hareket kabiliyetin sıfıra iniyor aslında çok şey yaptığını zannediyorsun ama bir bakıyorsun olduğun yerde saymışsın...sızlanmayı bırakıp harekete geçmek gerek ne geçmiş ne gelecek düşüncesi bir şey getirmeyecek... sadece vakit kaybı... keşke kalabilsem şimdi de bakmasam önüme bir şey görmeyeceğimi bile bile, dönüp bakmasam arkama değiştiremeyeceğimi bile bile...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

dur diyebilene A-Ş-K oLsUn!!!

dolu dolu yaşanmış, güzel hatıralarla donatılmış kısa bir ara...hayata kısa bir ara... kısa ara biter bitmez başlar hayatın saçma salak telaşları... işte böyle zamanlarda mola zamanlarında anlarsın ne kadar anlamsız telaşlar içerisinde olduğunu...diyor ya Behçet Necatigil;

Sevgileri yarinlara biraktiniz

Çekingen, tutuk, saygili.
Bütün yakinlariniz
Sizi yanlis tanidi.
Bitmeyen isler yüzünden
Siz böyle olsun istemezdiniz
Bir bakis bile yeterken anlatmaya herseyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldi
Siz genis zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yillarin telaslarda bu kadar çabuk
Geçecegi akliniza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardi,
Gecelerde ve yalniz.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadi

Yok bu kader değil, bunu yani hayatı böyle yaşamak kader değil, olmamalı... birileri çok önceden bu yanlışlığı görüyor ve yazıyorsa ve yıllarca hep aynı yanlışları yaşayanlar çıkmışsa karşına bu kader değil...dur demek istiyorum hayatımda yaşananlara, benim dışamda benim hayatımı yaşayanlara...böyle sahnede son selamını veren oyuncular varya onlar gibi perdeyi sıyırıp başımı öne eğip ardından son bir kez geri geri çekilmek istiyorum...

12 Ağustos 2010 Perşembe

o daha küçücük!

dün birşeyi daha farkettim... bende aynı şeyi yapıyorum... diğerleri küçücük bir kız çocuğuna gayet kocaman bir kızmış gibi herşeyi anlamasını bekleyip, her konuda sert biçimde eleştirip terbiye edeceklerini sanacak kadar zavallı olan diğerleri ki bu kızın feleğini şaşırttılar... ben kendini yıllarca birgün prenses olacağına inandıracak kadar aptal ben aynı hatayı bir başkasına yapıyor ve onu prenses diye çağırıyorum... herşeyi  idrak edebilecek kadar akıllı olan bu kız çocuğu etrafındakilerin tutarsız davranışlarının başarılı bir sonucu olarak gün gelecek yönünü bulamayacak kadar aptala dönecek... göz göre göre nasıl yapılır böyle bir hata? prenses o evet benim prensesim varsın şimdi kendini böyle hissetsin kendini prenses sanıp mutlu olsun nasılsa gün gelecek farkedecek diğerlerinden farkı olmadığını...en azından bir süre, kısacık bir süre bile olsa varsın biri, kendini farklı hissetmesini sağlasın...hayatın gerçeklerini görebileceği zamana kadar hikayelerde büyüsün...

10 Ağustos 2010 Salı

...

öyle bir şey ki önceleri herkesi suçluyorsun çünkü kimileri seni prenses ilan etmiş ya! mükemmel prenses! asla hata yapmayan kimseyi incitmeyen... yalan o sizin soktuğunuz kalıp!beni bana bıraksaydınız neler olurdu! kimileri böyle düşünürken, diğerleri dediğimiz gurup (yani dışarıdaki dünya) seni külkedisi, fedakar cefaker zavallı görmüş zaman zaman acımış zaman zaman güçlü olduğunuzu zannederek sana övgüler yağdırmış...kalmışsın böyle nasıl ya nasıl yani... ama diğerlerine senin yansıttıkların onlar...yanlış mı değil!oysa kimilerine göre sen mükemmel olduğun için yaptıkların zaten normal!ekstra birşey yapmamışsın bugüne kadar!zaten olması gerekenmiş çünkü onların kalıbı buymuş.uyarsa!debelen dur...

kimine göre prenses kimine göre külkedisi

gözümü bir açtım simsiyah heryerim... tekrar kapatıp açtığımda pamuklara sarılıp sarmalanmış buldum kendimi!!!hep ikilemde kalmıştı şu beden, ruh bana dair ne varsa... kimi prenses addedip baştacı etmiş, kimi külkedisi sanıp acımıştı... kime göre neye göre hangi perspektife göre verilmiş ünvanlardı...çok sonraları anladım kendine hangi anlamı yüklediğin ile ilintili kişilerin sana yüklediği anlamlar... tüm bunları yaratan bendim...